12 ARALIK, PERŞEMBE, 2024

“Resim ve Edebiyat”: Yıldızlı Gece

“Resim ve Edebiyat” dizimize Meryem Coşkunca’nın, Vincent van Gogh’un “Yıldızlı Gece” tablosu ile Anne Sexton’ın “Yıldızlı Gece” şiiri arasındaki ilişkiye değinen yazısıyla başlıyoruz. “Ah yıldızlı yıldızlı gece!”

title_image

Yıldızlı Gece

Anne Sexton

‘All My Pretty Ones’ adlı kitabından

Bu beni korkunç bir gereksinimden alıkoymuyor
–kelimesi kelimesine söylemem gerekirse- din ihtiyacından.
İşte o zaman gece dışarı çıkıyorum yıldızları boyamak için.

-Vincent Van Gogh’un kardeşine yazdığı bir mektuptan.

Kasaba yaşamıyor
kara saçlı bir ağacın süzüldüğü yer dışında
boğulmuş bir kadının yükselişi gibi sımsıcak göğe.
Kasaba sessiz. Gece tam on bir yıldızla kaynamakta.
Ah yıldızlı yıldızlı gece!
ölmek istiyorum ben işte böyle.

Kımıldıyor. Hepsi dipdiri.
Şişiriyor ay bile portakal rengi karnını
doğurmak için, bir tanrı gibi, çocuklarını gözlerinden.
Yaşlı sinsi yılan, yutuyor yıldızları.
Ah yıldızlı yıldızlı gece!
ölmek istiyorum ben işte böyle:

şu saldırgan gece hayvanına dönüşmek,
bu büyük ejderha tarafından emilerek
sökülmek için yaşamımdan bayraksız
rahimsiz,
çığlıksız.

(Türkçesi: Nurduran Duman)

*****

Bazı şiirler vardır, seslerini duyarsınız gecenin. Bazı resimler vardır, hareketlerini hissedersiniz yıldızların. Kimi masasına oturur ve kendini gecenin derinliğine bırakır kalemiyle. Kimi de geceye dayanır ve elinde fırçasıyla derin darbeler vurur koyu geceye. Hangi insanın bazı zamanlar dünyadan uzaklaşmak istemediği olmamıştır? Sonsuz derdidir bu özüne biraz daha yaklaşmak isteyen her insanın. Gökyüzüne uzanan servi ağaçları boyunca, gecenin karanlığında bir yıldız gibi hızla dünyadan uzaklaşmak, kendin olmak ve varoluşunu hissetmek...


“Yaşadığımı bir tek resim yaparken hissediyorum” diyen Van Gogh da özünü günümüze kadar ulaşacak olan derin tablolarıyla bulmaya çalışmıştır. Daha genç iken Paris’e gittiğinde renklerin büyüsünü keşfeder ve küçük kömür madeni kasabasında The Potato Eaters serisinde ruhunu karamsarlığa sürükler. Paris’te iken ışıklı parlak oyunlarla, canlı renklerle tablolara hayata verir. Toulouse Lautrec’in çılgın yaşantısı; Degas’nın beyaz balerinleri; Monet’in minicik rengârenk noktacıklarından oluşan kır resimleri; Pisarro’nun pastel renkleri ve tuval üzerinde durmadan uzayan fırça darbeleri Van Gogh’u derinden etkileyecektir. Kapalı mekânlardan, soğuk havalardan ve Paris’in ıslak gecelerinden bunalan Van Gogh bir süre sonra güneye gitmeye, Fransa’nın ufkun derinliklerine kadar uzanan yemyeşil vadileriyle buluşmaya karar verip, Akdeniz kıyısına yakın Arles kentine göç eder. Bir yandan karşılıksız aşkları, bir yandan resimlerine alıcı çıkmaması genç ressamı yoğun etkiler. Kardeşi Theo’nun maddi desteğiyle hayatını sürdürür ve neredeyse tüm maddi kaynağını boyalara harcamaktadır. “Önce resim yapmayı düşlüyorum sonra düşlerimi resmediyorum” diyerek hayallerini fırça darbelerine dönüştürdüğü o en güçlü eserlerini üretmeye başlamıştır artık. Ne var ki Van Gogh, arkadaşı Gaugin ile bir tartışma sonrası yaşadığı meşhur “kulak kesme” olayından sonra geçirdiği ruhsal çöküntü sebebiyle Güney Fransa Saint-Remy-de-Provence’da bir senatoryuma kaldırılır. Burada iyileşmeyi beklerken bir yandan da resimlerine o müthiş tutkusuyla devam edip düşleri, aşkı ve acıları tablolara yansıtmaya devam eder.

Kuşkusuz  "Starry Night (Yıldızlı Gece)" insanlığa hediye ettiği en önde gelen eserlerinden biridir.

Uyanık kalınan gecelerin, çekilen acıların ve ruhtaki fırtınaların tabloya dokunuşu, düşün ve tutkunun fırçasıyla tabloya sarı, mavi, beyaz renklerle hayat verişi insanlığın ruhunda mavinin soluğu gibi nefes alıp verecektir. Belki de pek çok resminin aksine gerçeğine bakarak değil, yalnızca düş gücüyle yapıldığı için bulunduğu dönemdeki diğer resimlerden farklı ve daha çok etkili olduğu söz konusudur. Hemen fark edilmesinde etkili olan tüm bu özgünlüğün şiire romana konu olmaması pek mümkün olmayacaktır.

“Tutkuyla ölmeyi, sıkıntıdan ölmeye tercih ederim” diyen Van Gogh’un bu çılgınca resim yapma tutkusu ile bir şairin kalemini tutkuyla kâğıtlara aktarması ne çok benzeşir. Yaşamındaki acılardan kaçamayan, ruhundaki sıkıntıları yenemeyen, onlarla yaşamaya mahkum edilmiş her dünyasız insanın tek çaresi acılarını üretime dönüştürmektir. Burada Marcel Proust’un bir sözü elbette yerinde olur: "Yaşama sanatı, bize acı çektiren insanlardan yararlanmaktır. Kederler, düşüncelere dönüştükleri anda, bize acı çektirme gücünü yitirirler." Yıldızlı Gece öyle bir eser ki bu tabloya bakıp kezlerce anlam yüklenmiştir kendinden ötelere. Bazı eserler üretenin adını da geride bırakabilir Yıldızlı Gece gibi. Söylenen değil nasıl söylendiği, aktarıldığı da önemlidir bir eserin. Hele de böyle bir tablonun şiirle, hayata yeniden aktarılması ve çağlara ulaşması güçtür. Bunu deyince akla ilk gelenin Anne Sexton oluşu tesadüf değil elbet. Sexton şiirlerinin geniş kitlelere ulaşmasının nedeni, edindiği deneyimleri içtenlikle ve büyük cesaretle okura sunmasıdır. Van Gogh’un da bir mektubunda dediği gibi “Hiçbir işe kalkışacak cesareti bulamasaydık hayat nasıl bir şey olurdu acaba?”  Evet. Ataerkil egemenliğinin üstün olduğu bir dönemde kaçınmayıp tüm samimiyetle yazmak cesarettir ve Sexton topluma yabancılaşmanın, kendinden uzaklaşmanın tetiklediği ölüm etkeninden kurtulmak için yazma yolunu seçer, şiire sarılır; çünkü şiir Sexton için duyguları içtenlikle dile getirmek, kadın olmanın verdiği acıları yansıtmak, cinsiyetinin getirdiği sınırlamaları, güçlükleri tüm somutluğuyla dile getirmektir. Düş gücünü, içsel duygu durumlarını böyle yansıtır Sexton ve "Büyücülük" adlı şiirinden şu alıntılar açıkça ifade edebilir bunu:

“Yazan bir kadın çok hisseder,
o esrimeleri ve kehânetleri!
Döngüler ve çocuklar ve adalar
yetmezmiş gibi; yaslar ve dedikodular
ve sebzeler hiç yetmemiş sanki.
Uyarabileceğini düşünür yıldızları.
Casustur aslında bir yazar.
Sevgili aşkım, ben o kızım.’’

(Türkçesi: Nurduran Duman)

Sexton tüm kadınlık sırlarını, iç dünyasını ve yaşama tutunabilme anlayışını dönemindeki diğer şairlerden farklı olarak açıkça bir dille ifade etmiş ve bunu insanlığın önüne cesurca ortaya koymuştur. Bu yüzden kendini “casus” diye ifade etmiştir belki, gerçekleri açıkça yansıttığı için. Kim bilir belki de ulaştığı, dokunduğu yıldızlar da kendisi gibi yaratıcı ve keskin bir düş gücüne sahip olan Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosundaki o kayarcasına göğümüze uzanan yıldızlardır. “Ah yıldızlı yıldızlı gece!”

“Kasaba yaşamıyor
kara saçlı bir ağacın süzüldüğü yer dışında
boğulmuş bir kadının yükselişi gibi sımsıcak göğe.
Kasaba sessiz. Gece tam on bir yıldızla kaynamakta.
Ah yıldızlı yıldızlı gece!
ölmek istiyorum ben işte böyle.”

Vakit akşamdır. Gökyüzü dediğimiz o büyük girdap altında küçük bir kasaba… Sağda yerini alan ay… İnsana yakın, resmi derinleştiren ve manzarayı güzelleştiren servi ağaçları… İşte delice ve capcanlı bir akşam… Kasabanın küçük evleri besbelli yaşamı işaret eder Van Gogh’un kardeşi Theo’ya bir mektubunda dediği gibi: “Sarının temsilcisi güneştir.” Sarı rengin pencerelerden sokağa yansıması hayattır. Köy, gökyüzü altında resmedilmiştir ve tablonun çoğunu gökyüzü görüntüsü kaplamaktadır. Muhteşem gökyüzünün insan hayatı üzerindeki derin etkisi, doğanın benzersizliği kimleri sarsmaz ki bu tabloya bakınca? Anne Sexton ne güzel dile getirmiş: “Ah yıldızlı yıldızlı gece!”

“Kımıldıyor. Hepsi dipdiri.
Şişiriyor ay bile portakal rengi karnını
doğurmak için, bir tanrı gibi, çocuklarını gözlerinden.
Yaşlı sinsi yılan, yutuyor yıldızları.
Ah yıldızlı yıldızlı gece!
ölmek istiyorum ben işte böyle:”

Anne Sexton da Van Gogh gibi karamsar bir ruha sahiptir. Bu dünyada kendine bir yer bulamayıp, intiharın bir varoluş, bir hakikat olduğunu düşünür, hatta genç yaşlarda intihara teşebbüs etmiştir. Yazdığı şiirlerde, oynadığı benlik rollerinde dünyayla uyumsuzluk söz konusudur hep. Anne Sexton, Erica Jong’un deyimiyle, “derisi olmayan bir kadın” gibi yaşamıştır. Her şeyi öyle derinden hisseden, günlük olayların bile çoğu zaman ona dayanılmaz geldiği bu hal onu kalemiyle birleştirmiştir. Gözleri Van Gog’un Yıldızlı Gece’sindeki görünen ama görünmeyen ne ise görecek kadar keskin olan bu kadın dil yeteneğini ve bu kabuksuzluğu kâğıda dökecek Yıldızlı Gece şiiri tüm derinliğiyle ortaya çıkacaktır. Hiçbir şey onun gözünden kaçmaz ve her şeyi görme kapasitesi vardır Sexton’un. Yine Erica Jong’a göre dünyada görülecek şeylerin çoğu acı verici olduğundan, Anne Sexton da genelde acı içinde yaşamıştır, acı ile arasındaki perde ise şiirlerdir.

“şu saldırgan gece hayvanına dönüşmek,
bu büyük ejderha tarafından emilerek
sökülmek için yaşamımdan bayraksız
rahimsiz,
çığlıksız.”

(Yıldızlı Gece şiiri Türkçesi: Nurduran Duman)

Sexton’un şiirinde ölüm hep yanı başında durur ve bir gün onu tadacaktır tüm acısıyla. Ölümü gizliden gizliye hep istediği de açıkça görülebilir çünkü kendisi gibi, erkek egemen anlayışın hüküm sürdüğü bir toplumda benlik krizlerine giren, varoluşla arası problemli olan ve ölümü seçen bir şair kadın daha vardır: Sylvia Plath. Sexton, Plath’ın ölümü üzerine sanki sitem etmiştir ona, ilk kendisi ölemediği için.

“Hırsız! --
nasıl bir başına
çekip gidebildin,
ne zamandır fena halde arzuladığım ölüme,
doğal sonumuz olduğuna inandığımız,
sıska göğüslerimizde taşıdığımız,
ne zaman oturup sert martini içsek Boston' da,
sözünü etmeden duramadığımız ölüme...”


(Türkçesi: Nurduran Duman)

Anne Sexton’ın belki de ölümü en çok düşlediği zaman, Van Gogh’un Yıldızlı Gece’sine baktığı anlardır. Çünkü bu tablo Sexton şiirleri gibi tüm dünya gerçekliğini reddeder ve kendi iç dünyasıyla var olur. Anne Sexton ile Van Gogh arasındaki ortaklık düş gücüdür, zekiliktir, farklılık ve farkındalıktır. İkisi de yakalarına birer yıldızlı gece takıp varmışlardır o ilgi duydukları ölüme. Bu yazıyı okuyanlar da Yıldızlı Gece’ye her baktıklarında ya da Yıldızlı Gece’yi her okuduklarında dilerlerse yakalarına birer ‘yıldızlı gece’ iliştirebilirler. Selam vermek için göğe, geceye, Anne Sexton’a ve Van Gogh’a ve “sözünü etmeden duramadığımız ölüme”…

;
0
9
0
Yazar:
Tag: Anne Sexton, Van Gogh, Nurduran Duman, Meryem Coşkunca, Resim ve Edebiyat, Resim, Yıldızlı Gece, Starry Night, Şiir,
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage