12 ARALIK, PERŞEMBE, 2024

Ahmet Ümit’in yazmakta olduğu romandan…

Ahmet Ümit yeni yazmakta olduğu, henüz adını bile koymadığı ve 'Birey ve Devlet' ilişkisini İttihat Terakki yapılanması üzerinden dile getirdiği yeni romanından bir bölümü ilk kez Artful Living okurları için paylaşıyor…

title_image

Merhaba Lilia,

Bu öğleden sonra senin sözlerin çınladı kulaklarımda. “Katil mi olacaksın?” Rüya değildi, vallahi değildi, o kadar yakından geliyordu ki sesin, bir an odadaymışsın gibi hissettim. Gözlerim umutla taradı, ömrümün son günlerini geçirdiğim bu hüzünlü otel odasını. Hatta kalkıp, banyoya bile baktım. Elbette yoktun. Elbette olamazdın. Bu sözleri, yıllar önce henüz bedenimiz bu kadar yorgun düşmemiş, ruhumuz bu kadar örsenlenmemişken söylemiştin. Asmalardan sarkan mor üzümlerin şenlendirdiği o bahçedeydik, dedeninin kendi elleriyle yaptığı tahta kameriyede... Sararmaya başlayan yapraklardan daha solgun görünüyordu yüzün, nemli gözlerini yüzüme dikmiştin. Aslında tahmin ediyordun Paris’e seninle gelmeyeceğimi. Belki de Leon Amca’dan duymuştun cemiyete katıldığımı, duymasan bile hissediyordun. Yine de “İttihat ve Terakki’ye katılacağım,” dediğim an dayanamayıp patlamıştın: “Katil mi olacaksın?” İlk kez bu kadar öfkeli görüyordum seni, bu kadar çaresiz, bu kadar umutsuz… Seni teskin etmeye çalışmıştım, ama yalan söylüyordum, işin aslı çoktan katılmıştım cemiyete.

Evet, utanarak yazıyorum, senden gizlemiştim bunu. 1907 yılının yazıydı, hani sen Paris’ten, Baudelaire’nin mısralarıyla süslü mektuplar yazıyordun bana. Şiirin, aşkın ve özgürlüğün başkentini anlata anlata bitiremiyordun. “Mutlaka kaçmamız lazım,” diyordun. “Burada yaşamalıyız. Lüksemburg Bahçeleri’ne bakan çatı katındaki küçük bir evde. İlk romanını yazmaya burada başlamalısın, bahçedeki ağaçların yaprakları sararırken…” Panteon’da dolaşıyordun Voltaire, Victor Hugo, Emile Zola’nın mezarlarını tavaf ediyordun… “İşte özgür düşüncenin sarayı… Dillerden, dinlerden, ırklardan kurtulmuş insanlığın mabedindeyim. Bizim yerimiz burası.. Vive liberté, égalité, fraternité.” İşte sen o mektupları yazarken, ben de yazdığın o sloganları, ülkemde hakim kılmak için cemiyete katılıyordum. Yaşasın hürriyet, eşitlik ve kardeşlik…  Yaşasın Osmanlı… Belki seninle Paris’e gelseydim, güzel sözcüklerle bezeli insan hikayelerinin anlatıldığı şahane romanlar yazamayabilirdim, ama seninle çok güzel bir hayatımız olacağı muhakkaktı. Fakat o şartlarda bu doğru gelmedi bana. Ülke yangınlar içindeyken yazar olmak şöyle dursun, senin aşkın bile lüks olarak göründü gözüme. Ülkemi bırakıp gitmeye hakkım yoktu. En büyük hatam bunu seninle paylaşmamaktı, ikimiz hakkında hayaller kurmana izin verdim. Kabul ediyorum zalimce bir davranış, o yüzden bana ne kadar kızsan da kendimi savunmayacağım, sadece olanları anlatmaya çalışıyorum. Tabii bu mektupları okursan. Hem senin mektupların da etkili olmuştu cemiyete katılma kararımda. Evet, sen o büyük insanlarının mezarlarının arasında dolaşırken, ben de onların ideallerini kendime rehber edinmiştim. Belki bütün hayatımın mecrasını değiştirecek, belki sevdiğim insanları mutsuz edecek, belki ölümüme yol açacak bir rehber. Yanlış anlama, cemiyete katılmamdan seni sorumlu tutmuyorum, hatta beni yemin törenine götüren kişinin Leon Amcan olmasına rağmen bunu söylemem haksızlık olur... Leon Amca’nın adını duyunca çok şaşırmışsındır. Evet, Leon Amca, beni teşkilata öneren kişi oydu. Yıllarca sakladım bu hakikati ama artık saklayacak bir sır kalmadı. Ne sır, ne teşkilat ne de korunması gereken dava arkadaşları… Leon Amca’yı duydum, kendini öldürmüş evinde. Demek ki o da en az benim kadar mutsuzdu, benim kadar hayal kırıklığına uğramıştı. Demek o da kaldıramadı bu yenilgiyi. Ama 1907 yılının o yaz akşamı beni cemiyete üye yapmaya götürürken tek başına bütün bir ülkeyi kurtaracak kadar cesurdu, umut doluydu…

Leon Amca’ya sakın kızma. O iflah olmaz bir romantikti. Üstelik cemiyetteki çoğu insan gibi parçalanmakta olan bir imparatorluğu kurtarmaktan çok, Fransız İhtilali’nin idealleriyle sarhoş olmuş devrimci bir romantikti. Belki de sosyalist bir düzenin hayallerini kuruyordu. Şu sendikacı Avram’ı hatırlarsın… Hani Bulgar kökenli olan… Ne kadar sıkı fıkılardı onunla. Bir defasında da Komünist Manifesto’yu tutuşturmuştu elime… “Bir de devrime bu açıdan bak bakalım…” Okudum ama bana pek hitap etmedi… Her neyse, elbette Leon Amca bizi ayırmak için önermedi beni cemiyete. Kızı yerine koyduğu Lilia’nın mutsuz olmanı istemezdi. Senin kadar olmasa da galiba beni de severdi. Onu da hiçbir zaman suçlamadım zaten. Leon Amca, senin kadar benim için de önemliydi. Hiçbir kan bağımız yoktu ama, hayatta babamdan sonra en çok önem verdiğim kişiydi desem abartmış olmam. Dünyaya bambaşka gözlerle bakmamı sağlamıştı. Cemiyetteki Mason yahudilerden hiçbirine benzemezdi. Hakiki bir hümanistti. Yeri gelmişken bir itirafta daha bulunayım, Yahudilere karşı taşıdığım önyargıyı kıran kişi de Leon Amcadır. Evet, senden çok önce… Belki bizi birbirimize hazırlayan oydu. Bunları yapan bir insan neden bizi ayırmak istesin? Belki Paris hayallerimizi bilse beni cemiyete önermeyebilirdi. Ne fark ederdi ki, nasıl olsa bir yolunu bulur yine katılırdım hürriyet hareketine…

Ahmet Ümit

Evet, senin Paris’te yaşayacağımız günlerin hayalleriyle başının döndüğü, o sıcak Ağustos ayında Leon Amca beni cemiyete katılmam için yemin törenine götürmüştü… Daha arabada bağlamıştı gözlerimi, gideceğimiz yeri görmemem gerekiyordu ama limana inen dar sokaklardan birinde olduğumuzu biliyordum. Uzaktan uzağa gelen seslerden, kokulardan, rüzgarın taşıdığı tuzlu nemden anlamıştım. Biraz zorlasam hangi sokakta olduğumuzu bile çıkarabilirdim ama yapmadım; zihnimi kapadım, keşfetmemeyi, bilmemeyi, anlamamayı seçtim. Düz ayak, giriş katındaydı beni içeri aldıkları ev. Ev olduğundan da emin değilim aslında, belki bir devlet dairesiydi, belki bir avukatlık bürosu. Dediğim gibi, düşünsem, azıcık kafa yorsam elimle koymuş gibi bulurdum, yapmadım. Çaldığımız kapı açılmadan önce, ince bir erkek sesi, “Kim o?” dedi içeriden. “Hilal” dedi Leon Amca. Hepsi bu, sonra kilidin metalik sesini duydum, hiç gıcırdamadan açıldı kapı. “Buyrun,” dedi az önceki ince erkek sesi. Yoğun bir tütün kokusu çarptı burnuma, biliyorsun o zamanlar sigara içmezdim. Nefret ederdim sigaradan, ama o koku bile güzel geldi. “Benden buraya kadar,” dedi Leon Amca. “Artık bu arkadaşa emanetsin. Tanrı yardımcın olsun.” Bir şeyler mırıldandım ama ne dediğimi ben bile anlamadım. “Şöyle geçelim,” dedi sigara tiryakisi adam. Koluma girdi nazikçe sürükledi beni içeriye. “Sola doğru döneceğiz, dikkat et,” diye uyardı. Beş on adım attıktan sonra, “Bir kez daha sola,” diye mırıldandı. Birkaç adım daha attık. “Şimdi sağa dönüyoruz, tamam dur.” Durduk, bir başka kapıyı açtı. “Tamam, içeri giriyoruz.” Girdik. Belli belirsiz bir küf kokusu çarptı burnuma, nedense bir şarap mahzeni geldi aklıma. Gözlerimi kapatan bezin karanlığı aydınlanır gibi oldu ama hiçbir şey seçemiyordum hala. Zannederim bir ışığın altına gelmiştim. Soluğu tütün kokan adam beni bırakıp çekildi. İşte o anda duydum öteki sesi. “Neden cemiyetimize katılmak istiyorsun?” Tok, kendinden emin bir ses. En küçük bir dostluk belirtisi yoktu, düşmanlık da yoktu, askeri bir emir gibi duygusuzdu, soğuktu. “Va… Vatan,” diye kekeledim. “Vatanın kurtuluşu için, hürriyet için, kardeşlik için…” Tam kendimi toparlamış meramımı anlatmaya başlamıştım ki o ses yeniden gürledi. “Bu davanın ateşten gömlek olduğunu, gerekirse ölmek, öldürmek zorunda kalacağını biliyorsun değil mi?” Cevap vermeden önce ardı ardına yutkundum sonra sözcükler kendiliğinden döküldü ağızımdan... “Biliyorum… Bu kutsal dava için, bu vatan için ölürüm, öldürürüm. Hayatımın başka gayesi yoktur…” Kısa bir sessizlik oldu, ayak sesleri duydum, yankıları gitgide artan ayak sesleri, sonra o tütün kokusu. Birinin gözümdeki bezi çıkardığını fark ettim. Işıktan gözlerim kamaştı. Kafaları siyah kukuletalarla kaplı, pelerinler içinde üç adam oturuyordu karşımdaki üç koltukta, aramızda sadece bir masa vardı.

Boyları posları nasıldır anlamam mümkün değildi ama o siyah cübbelerin içinde olduklarından daha iri göründükleri muhakkaktı. “Yemin etmelisin,” dedi orta koltukta oturan adam; bu, deminden beri duyduğum sesin sahibiydi.  Pelerinin altındaki eliyle, önümde duran masanın üzerini gösterdi. Kuran, silah ve bayrak üzerine yemin et!” Sağ elimi tabancanın, sol elimi Kuran’ın üzerine koydum. “Vatan için, hürriyet için, kardeşlik ve eşitlik için kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğime yemin ederim.”

“Aramıza hoşgeldin,” diye gürledi. “İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üyeliğin hayırlı olsun…” Bir de sayı söyledi. “Üyelik numaran,” dedi aynı ciddiyetle. “Yeminine sadık kalman, vatanseverlik onurunu kanının son damlasına kadar korumanı dilerim. Allah yardımcın olsun.”

İşte böyle başladı cemiyetteki maceram. Aslında yemin töreninin bütün görkemine rağmen beni çok önemsediklerini düşünmüyordum. Ritüelleri böyle herhalde diye geçiriyordum içimden ama yanılıyormuşum. İki hafta geçmeden vazifelendirildim. Hayır, tehlikeli işler değildi bunlar. Kurye olarak çalışıyordum. Defalarca Selanik’ten, Manastır’a, Manastır’dan Üsküp’e, Üsküp’ten Ohri’ye gidip geldim. “Çok temiz bir yüzün var,” diyordu cemiyetteki bağlantım. “Kimse senden şüphelenmez. Üstelik gözleri hep askerlerin üzerinde, senin talebe olman bir avantaj.” Ama bir süre sonra sıkıldım. Vatanın kurtuluşu için sadece kuryelik yapmak, bununla mı geçecekti ömrüm benim. Yine de bu sıkıntımı dile getirmedim. İyi ki de getirmemişim. Sabreden derviş misali sonunda muradıma erecektim… Muradıma ermek dediğim hadise, sen uyarmadan önce beni katil yapacak olan suikastti.

Hayır, o suikastte tetiği ben çekmedim. ama kanlı bir cinayetin hazırlığına katıldım. Suçumu hafifletmek için söylemiyorum, eğer tetiği çek deselerdi, hiç düşünmeden onu da yapardım. Çünkü vatanın içine düştüğü durum bunu gerektiriyordu. Çünkü biz o paşayı öldürmesiydik, o hepimizi öldürecekti. Hiç önemli değil, hepimiz bu topraklar için gözümüzü kırpmadan canımızı verebilirdik ama o adam, vatanın ele geçirilmemiş dağlarında yanmaya başlayan özgürlük ateşini söndürmek istiyordu… Biz önce davranıp onun hayat ateşini söndürdük. Kimden bahsettiğimi bile anlamadın, ama anlatacağım. Sadece şunu söylemek istiyorum. Bu sabah odamda yapayalnız otururken kulaklarımda bir kez daha çınlayan o soru: “Katil mi olacaksın?” Aslında geç kalmış bir soruydu. İster yardımcı ol, ister tetiği çek ne fark eder, bir insanın öldürülmesi olayına çoktan karışmıştım. Evet, sen o soruyu sormadan çok önce, “Ben katil olmuştum!”

;
0
9
0
Yazar:
Tag: Roman,Yeni Kitap,Ahmet Ümit
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage