kapalı parantezin ardına
Kapanmış bir parantezin ardına
Bir de nokta koyuyorum.
Eylül’e doğru bir rüzgâr esecek
Değirmenleri döndürecek ilkin
Boyu yetişecek,
Haliç kıyısına kurulmuş bir cümlenin
Kapanmış parantezini )
Bir çiçek sapçığı gibi taşıyacak
Bir dilin unutuluşuna kadar götürecek
Bundan korkuyorum.
Gidip o parantezin oyuğunda yaşıyorum )
Tanıştığımızda
Ayın kapalı bir paranteze benzediği akşam )
Kendimi bütün işaretlerle anlatmıştım.
Medcezirli bir dildi bu
Bütün işaretlerle
Ne boşluk varsa doldurmuştum duraksamasız
Yoksa cızırtılı bir görüntü gibi kaybolacaktım
Sanırım bundan korkuyordum.
Kapanmış bir parantezi suya indirip )
Ay’a giden bir yol bulmayı deneyebilirim
Ya da en az onun kadar sakin bir su birikintisi
Genişleyen dalgalar olarak içinde dağılmaya.
Kafamdaki kesik konuşma çizgilerinden uyuyamıyorum
Rüyamda
Şapkasından türlü şekilli diller çıkaran bir sihirbaz kılığındayım
Uyanıkken elimde bir tek cümle var
Haliç kıyısına kurduğum
Gitmesinden korkuyorum,
Parantezin ardına bir de nokta koyuyorum.
sisifos
Sisifos kayayı itiyordu
Tepenin en ucuna kadar
Geniş elleriyle o zaman
Belki alnındaki teri siliyordu
Kayanın tüm hareketini geri alıp
Her şeyin koştuğu yere, başlangıcına
İzleyene kadar döndüğünü
Buna belki zamanı oluyordu.
Sen o esnada ne yapıyordun, bilmiyorum.
Sisifos yaman adamdı
Kayayı başlangıcından ayırıp
Tekrar huzursuzluğuna taşıyordu
Sigara olsa yanımda,
Durma Sisifos, yak bir tane derdim
Bu uğursuz gürültüsünü koparana kadar
Belki buna zamanın olur.
Sisifos ne düşünürdü bilmiyorum
Yaman adamdı vesselam
Fakat umut eder miydi
İçlerinden biri son sefer olacak diye
İnanır mıydı
-Al bu paket sende kalsın Sisifos-
Sen elbette gümüş renkli bir suda yıkanıyordun
Dans ediyordun ya da uyanıyordun
Şafağın gül renkli parmak uçlarında elbette
Elbette, elbette
Sonsuza kadar dans ediyordun
Sonsuza kadar uyanıyordun
Sen, ben, Sisifos elbette ve birkaç daha
Ölmek istiyorduk.

Resûl
Buradan öteye yol var.
Resûl, buraya kadar geldik
Burada duracak mıyız?
Güzel şekilli bir yaprağı
Alıp göğsüme takıyorum
Yaprak ağaçtan öteye yol.
Sen bir duvarın dibindesin, gölgede
Sigaranı yakmışsın
Başın kalabalık
Bıraksalar seni elimle de severim
Bütün dikkatimle severim
Ama istersen şimdilik bunu geçeyim.
Deniz var, kabul, derin
Sokaklar birbirini kovalıyor, fark etmişsindir
Bir de Haziran güneşi çıkacak şimdi
Hâlbuki sen gölgedesin
Göğsümde yaprakla
Buraya kadar geldim Resûl
Buradan öteye yol var
Gitmeyecek miyiz?
savrulmanın sözlük anlamları
Sigaranın dumanın içinde
Sen gidiyorsun gibi oluyor
Ben kalmışım gibi.
Sen dumanın içinde uzaklaşmışsın gibi.
Denizmiş, rüzgârlıymış gibi.
İki nokta üst üstesi bunun: savrulmak.
Buradan her an giden dolmuşlar geçiyor
-El etsem duracak-
Dolmuşlar uzun bir yol kendi başlarına
Dolmuşlar ve yolcuları
-aynı böyle bağlaçlarla bağlı-
Aynı böyle, derken her şey dururken,
Ağaçlar gidiyor her şey dururken
Ya da öyleymiş gibi.
Bu da savrulmak gibi ya da ta kendisi.
Benim burada olduğum,
Dolmuşların her an gittiği,
Derken kafamı bir dumanın aldığı,
Dolmuşa el etmediğim,
Önümden ağaçların geçtiği,
Bunların hepsi sözlük anlamları
Savrulmanın.
İki nokta üst üstesi: Bir sigara yakımı.
istanbul sıkıntısı
Paris sıkıntısını okuyorum.
Ucunu kaybettiğim yumağı kovalıyorum.
İstanbul’da sıkıntı bulunmaz.
Paris bir sıkıntı yumağı.
Bir sıkıntının peşinden ben koşup
Koştuğum yer İstanbul sokakları,
Paris’in sıkıntısını yuvarlıyorum.
Siz gördünüz mü?
Paris de görmedim, sıkıntı da.
Rastlasam çıkaracağım.
İstanbul’da tamamlanmak olmaz.
Düğüm yerlerine bir tren kalkıyordu.
Bir keresinde bir kadını
Hayli siyah, hayli beyaz bir kadını bir tren kapısında
Kadının içinde biraz gitmek de vardı,
Onu sıkıntıya benzettim.
Benim aptallığım.
Kale diplerinde taşlara dikkatle bakıyorum.
Eskiden,
Bilmediğim bir zaman, adı eskiden,
Şehir taşların içindeymiş.
Anlarmışım gibi bakıyorum.
Elimde gittikçe büyüyen bir sıkıntı
Taşların içinden mi geliyor dışından mı?
Dışından tabii, Paris’ten.
İstanbul’dan uzak kalmak olmaz.
Bir şehrin rüyasından sıkıntıyla uyandım.
İstanbul’daydım.
Gün yanlış, karanlık bir gece olarak doğmuş.
Taşlara dikkatle bakacağım diye sokağa koşmuşum.
Dünya gittikçe daralmış, o kadar.
Şehrin duvarlarının bile hatırlamadığı
Bir nöbetini geçiriyormuşum.
Elimde hiç durmadan büyüyen,
İstanbul sıkıntısı.
Miray Çakıroğlu
1987 yılında İzmir’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ile Felsefe bölümlerini bitirdi. İngilizce öğretmenliği, okutmanlık ve editörlük yaptı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Eleştiri ve Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansına devam ediyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyor.