Kaç yıldır bu atölyede çalışıyorsunuz, atölyeniz ve çalışmalarınız arasında özel bir bağ olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yaklaşık yirmi senedir bu atölyedeyim. Üretimlerimi atölyede gerçekleştirdiğim için atölye benim için çok önemli. Dışarıdan topladığım her şeyi (fotoğraf, boya, malzeme vs) buraya getirim. Bütün çalışma performansım atölyede gerçekleşiyor, haliyle de her şeyi burada deniyorum.
Atölye dışında da çalıştığım oluyor, defterlerim var, dışarıda çiziyorum. Bir atölyem daha var Yeldeğirmeni’nde, orası biraz daha depo gibi, orada daha çok heykel çalışıyorum. Boyalarımı ise genelde burada yapıyorum. Her şey elimin altında olsun istiyorum, malzemelerim fazla fazla olsun, resim yaparken bir rengi bulamamak ya da tuvalimin olmaması benim için olmaması gereken bir durum.
Bazen hiç çalışmam, buraya gelir otururum sadece, film seyrederim arkadaşlarımı ağırlarım. Burası sadece çalıştığım bir mekân değil açıkçası, nefes aldığım dostlarımı ağırladığım, bazen arkadaşlarla müzik yaptığımız, kimi zaman yemek yaptığımız, sohbet ettiğimiz, parti verdiğimiz bir alan. Onun dışında tabii ki çokça burada üretirim. Son zamanlarda fazla dışarı çıkmıyorum bile, sergiler ya da başka işler için karşıya geçmek zaten bir zulüm adeta. Atölye benim için bir mabet yeri gibi. Bir de beynimin içerisindeki birçok parça burada; kitaplarım, malzemelerim, kendi yarattığım beslenme kaynaklarım gibi.
Eserlerinizin yaratım sürecinde nelerden besleniyorsunuz? Çalışma şekliniz belli taslaklar üzerinden mi yürüyor, yoksa kendiliğinden mi gelişiyor?
Benim aslında tek bir çalışma biçimim yok. Bu atölye inanılmaz deneysel bir mekân. Burada birçok farklı malzeme ve farklı tekniği deniyorum, bu sebeple birçok eser farklı çeşitlerde üretiliyor. Bazı eserler sırf desenden, bazıları da çektiğim fotoğraflar üzerinden ilerliyor, kimisinde kolajlarla çalışıyorum, kimilerinde de hepsi içiçe geçiyor. Yani o süreçte yirmi yıldır aynı şekilde boyamadığım için, hepsi birbirine geçti ve karmakarışık bir duruma geldi.
Açıkçası tek tip bir çalışma biçimim yok, böyle olmasını da seviyorum. Çünkü bu durum bana bilinmezlik alanı tanıyor, o alan da beni her defasında yeniden başlıyormuş gibi heyecanlandırıyor. Hiç bilmediğim bir malzeme ile bir anda başlayabilirim çalışmaya, o malzemenin bütün risklerine göğüs gerebilirim. Malzeme beni çok kötü biryere de götürebilir, hayal kırıklığına da uğratabilir, fakat benim için yeni bir deney alanı. Bazen her şey yolunda giderken bir anda malzememi değiştirip bozarım, başka bir alana taşırım.
Birçok insan sizi resimlerinizle tanıyor ancak, video ve enstalasyon çalışmalarınız da mevcut. Farklı disiplinlerde, farklı disiplinleri bir araya getirerek üretmek size keyif veriyor mu? İleride size başka disiplinler üzerinde çalışırken de görebilirmiyiz?
Ben grafik kökenliyim, birçok disiplin denedim. Aldığım eğitimde de, fotoğraf, baskı, resim, pentür, grafik, dijital gibi aklınıza gelebilecek birçok şeyi eğitim zamanımda denedim. Çoklu teknik malzeme beni rahatlatan ve genişleten bir şey.
Çoğunlukla resim olarak bilinse de sanatım, videolar da çektim, enstalasyonlar da yaptım, kolaj çalışmalarım var, farklı mecraları deniyorum. Bu durum kendi kendine gelişiyor, “şimdi resim yapıyorum, yarın kolaj yapmalıyım” diye düşünmüyorsun. Fotoğraflar çekiyorum, kurgular yapıyorum, ürettiğim malzemeleri biriktiriyorum. Onların bazen ne olacağını bilmesem de sezgisel olarak yürüyorum. Bir süre sonra birikimler kendi kendilerine yerlerine oturmaya başlıyor.
Eserlerinizde sosyolojik öğelerle karşılaşıyoruz, toplumun sosyokültürel ve politik konumundan etkilendiğinizi düşünüyor musunuz?
Tabii ki. Resmim direkt olmasa da içten içe sosyolojik akışla, bu coğrafyada yaşayan her şeyle, hatta bu coğrafya ötesinde dünyadaki birçok olayla ilgili. Bir dönem Türkiye’de Hizbullah vardı, ciddi kıyımlar yaşanıyordu, o dönem hakikaten inanç ile ilgili, inanmanın çok tehlikeli olabileceğiyle ilgili resimler yaptım. Bugün de aynı şekilde; yaşanan bütün olaylar baskılar, bugün geldiğimiz konum, nefes alma biçimimiz, özgürlüğümüzü ifade etme şeklimiz benim resimlerimi elbette etkiliyor. Fakat bunun içsel bir yansıması var.
Takip etmekten keyif aldığınız sanatçılar kimler?
O kadar çok var ki.. Dünyanın her tarafından topladığım kitaplardan oluşan ciddi bir kütüphanem var. Sanat tarihi ve sanattan besleniyorum, sanatçılarla karşı karşıya gelmeyi seviyorum. Hatta bununla ilgili sergilerim de var; “Çarpışma” ve “Labirent”.
Bir sanatçı olarak başka bir sanatçıyı görmek, o sanatçının yapıtından yola çıkarak yeniden bir üretim yapmak biçimi. Türkiye’den ve yurt dışından dönem dönem değişen birçok ismi takip ediyorum. Bir dönem Richter, bir dönem Kiefer, bir dönem de Jasper Johns olabiliyor.
Çarpışma ve Labirent sergilerinizden biraz bahsedelim. Alışık olduğumuz sergi formatından biraz farklılar, birbirinin devamı niteliğindeki bu iki sergi fikri nasıl doğdu?
Aslında homage fikri ben de hep olan birşeydi. Ben bu işi yapmayı sanatçılardan öğrendim. Çünkü ben sanat tarihi ve resim eğitimi görmedim, sadece grafik eğitimi gördüm. Grafik eğitimi içerisinde eksik kalan birsürü parça vardı ve hepsini tamamlamak mümkün değildi. Sanatçılar, birçok şeyi sanatçılardan ve yapıtlardan öğreniyorlar, bende de öyle oldu.
Bu sergide sadece ressamlar ve heykeltraşlar değil, sinemacılar, edebiyatçılar da var. Sanatımın yüzde 30, ya da 40’ı homagelarla geçti. Kitabımda homage yaptığım sanatçıların kendi işleri de yer alıyor. Buarada “Harem” sergisinde yaptığım homage işle ilgili (hatta iki, üç sanatçıyı içiçe geçerek kolajlamıştım) başıma büyük bir problem de geldi. Bu eserle ilgili taklit yaptığım söylendi. “Madem bu sanatçıların işlerini yapıyorsun, o zaman neden kendi imzanı atıyorsun?” gibi yorumlar da yapıldı. Bunlar enteresan yorumlar, bu öyle bir yöntem değil. Benim için bir sanatçı herzaman bir ilham kaynağıdır.